30 Eylül 2012 Pazar

Hünnap

-Aaa... O da nesi? Kimin fesi? dediğinizi duyar gibiyim. O halde başlayalım yazmaya...
       Onu ilk defa Yalova da gördüm. Tipi bir değişik geldi önce. Böyle iri yapılı, kısa boylu, şişman bir şey. Bir de kırmızılı kahveli kıyafet giymiş. Neyse sonra alıştım ona. Evimize bile davet ettik, soframıza bir tabakta onun için koyduk. Yemekte tam karşıma oturdu. Bana bakıp durdu...
       Dışarıda dolaşmaya çıktığımız bir gündü, biri bağırdı arkamdan Hırnap!!! Bir döndüm sağıma, bu oydu. Meğer ona farklı isimler takmış insanlar, çirkin bir şey de olsa sevmişler aynı bizim gibi. Şehrin bir canlısı sonuçta öyle sesleniyorlar işte. Ben yoluma devam edecektim ya, annem ve babam onu çok sevmişler, Yalova'da da son günümüz hazır karşılaşmışken, bir gidip görelim demişler... 
      İstanbul'dayız. Fatihte geziyoruz. Yürürken bir bakıyorum, tam karşımda yine o. Hünnap. Boyu mu uzamış bunun? Yok canım üç günde boy mu atarmış? Neyse şaşkınlık faslını atlatınca başladım sormaya. -Nereden çıktın sen? - Daha bir kaç gün önce Yalova da değil miydin ya? Ben soruyorum da o cevap veremedi haliyle, dilsiz olduğunu unutmuşum bir an için de. Ama benim bu davranışıma karşın hiç istifini bozmadı. Yine aynı canlılığıyla karşımda durmaya devam etti....
       Eee.. kimi kimsesi yok mu bu hünnapın? Tek başına dolaşıyor şehir şehir. Olmaz mı efendim, olmaz mı? Bayağı köklü bir ailesi varmış. İstanbul'a gelirken de adetleri gereği doluşmuşlar bir kamyona, hep birlikte gelmişler. Biz de bu sefer tüm aileyi tekrar evimize davet ettik. Bayağı da bir kalabalıktılar, ama çok yer kaplamadılar, halbuki hepsi obezdi. Organik beslenmemişlerdi. Aman canım meyve bu. Hormonlu olsa bile ne kadar yer kaplayabilirlerdi ki? Değil mi ama? :))

4 yorum: