27 Mayıs 2012 Pazar

Rallici Dengesiz Vakit

       Dostlar, acı bir haberim var. Maalesef sınavlarım başlıyor yine. Aslında sınavlar yeni başlayacak ve ben 2 haftadır yazı giremediğimin farkındayım. Bu iki hafta çok yazı girmek istedim ancak istediğim gibi yazı yazamadığım için yayınlamadım. Yani hepsi taslak halindeler. İşin kötü tarafı ilham gelse bile, canım ne kadar istese de önümüzde ki 2 hafta yine yazı giremeyeceğim gibi görünüyor. Beni anlayışla karşılayacağınızı umuyorum. Ama yine maximum 140 karakter içeren tweetlerimi atmaya devam etmeye çalışacağım. Yorum bırakırsanız da cevaplayabilmek için gayret sarf edeceğim. 
       Kendinize iyi bakın. (umarım bende iyi bakabilirim.) Yine, yeniden en yakın zamanda görüşmek ümidiyle. Hoşça, muhabbetle kalın :)
       
                                                                                      

13 Mayıs 2012 Pazar

İçimden Geldiği Gibi...

       Efendim yeni bir olay başlatmışlar blog aleminde. Herkes birbirine ödül veriyor. Yorum bırakıyor. Kendi hakkında bir takım realist açıklamalar da bulunuyor falan filan. Sağ olsunlar değerli takipçilerimden bir kaçı bana da ödül verdi. Bende bu güzel ödülleri alınca pek bir sevindim, mutlu ve müteşekkir oldum. Lakin herkesin aynı resmi paylaşıp aynı mantık üzerinden hareket etmesi (kızmayın bana ama) bana biraz sıkıcı geldi. Aslında olayın amacı benim de çok hoşuma gitmişti. Blogunda arkadaşlarını tanıtıp, onlarla biraz daha kaynaşmak tabii ki güzel. Ama dediğim gibi aynı şeylerin yapılması bir yerden sonra insana bıkkınlık getiriyor. Bu ödül verme işini blog dünyasının eskilerinden olan sevgili kuzenim Hayal'e sordum. Bana cevaben "Bu alemin raconu böyle." dedi. Ben de "Pardon, ben yeniyim ya bilemedim tabii." dedim. Cümlenin sonuna da "saygılar, hürmetler..."  kelimelerini eklemeyi de unutmadım tabii. :)) Neyse şaka bir yana reform iyidir arkadaşlar. Herkes birbirine farklı şekillerde ödül gönderirse daha bir güzel olur diye düşünüyorum. Bunun için de ilk farklılığı ben yapmak istiyorum bana ödül veren sevgili arkadaşlarım Hayal'e ve Deeptone'a teşekkür ettikten sonra onlar için yaptığım photoshop çalışmalarını yayınlamak istiyorum.


  
 Dipnot: Kıymetli okuyucularım bu yazıyı paylaşmak zorunda değilsiniz. Yazının aşağısına yorum bırakmasanız da olur. Hakkınızda 7  gerçek yazıp, 11 kişiyi etiketlemenize hiç hiç gerek yok. Kendinizi kasmadan, gülerekten yazıyı okumanız kafi gelir banaİyi okumalar...

6 Mayıs 2012 Pazar

Tebdil-i Hayat -2-

       İyi pazarlar diliyorum herkese; bir değişiklik olsun dedim bugün ve salon duvarlarını boyamaya karar verdim. :)) Kafan mı güzel senin? Durduk yere duvar boyanır mı? diye içinden geçirenler için söylüyorum, salonun duvar kağıtları zaten değişecekti, ben sadece kağıtların değişmesini hızlandırdım o kadar :))





                                                  




                           


   
 



       Bu duvar boyama işinden çok keyif aldığımı söylemek istiyorum, etrafınızdakiler size ters ters bakarsa aldırış etmeyin, yazıp çizmeye devam edin. Can sıkılmalarına, stres atmaya birebir. :)) 
       Kendinize iyi bakın, bir sonraki yazıma kadar da hoşçakalın...

3 Mayıs 2012 Perşembe

Ölü Beyinler

       Düşünmüyoruz biz. Hem de hiç düşünmüyoruz. İlerlemek için çaba da göstermiyoruz. Öylece çekiyoruz elimizi ayağımızı hayattan. Hayatı akışına bırakıyoruz. Kabul, zaman zaman hayat akışına bırakılabilir elbette. Ama yorulduğumuz zaman ya da  yeni bir yol belirlediğimiz de işler rayına oturana kadar. Ama biz iş yapmadığımızdan yorulmuyoruz ki. Bu nedenle de hayatı akışına bırakmaya hakkımız yok! Sonra bir de iş yapanları suçluyoruz. Onlara ön yargılı yaklaşıyoruz. Neden? Çünkü o kişiyi beğenmiyoruz ya.. Nasıl olsa onun yaptığı bütün işler kötüdür. Koparıyoruz yaygarayı. Bilmeden, düşünmeden. Kendince düşündüğünü sananlar var ama onlarında yaptığına üretmek denmez. Denemez. Anca akıl vermeyi bilirler. Kolaysa kendi verdiğin aklı kendin uygulamaya geçirsene. Onu da yapamazsın. Neden? Cevap basit. Çünkü tembelsin. Bir söz var; "tembele iş buyur sana akıl öğretsin" diye. Bu söz de buraya cuk oturdu sanırım. 
       Sinirli miyim bugün? Evet. Yiyip, içip, oturan, dünyaya gelme amacını unutmuş, insan gibi yaşamaktan yoksun bütün herkese karşı kanımın beynime sıçradığını hissediyorum. Çalışmadığımız zamanda kendim dahil olmak üzere herkese kızıyorum ve kendi adıma çokta utanıyorum nokta.

1 Mayıs 2012 Salı

Hafta İçi Her Sabah -2-

       Hayırlı geceler dileyerek başlamak istiyorum yazıma,
       Hatırlarsınız bundan 2 yazı önce sabah uyanıp okula giderken ki hazırlık süresince yaşadığım psikolojiden bahsetmiştim. Bu yazımda da apartmanın kapısından çıkıp 2. vasıtama (metrobüse) binene kadar yaşadığım trajikomik vakaları anlatmaya çalışacağım.
       Apartmanın kapısından "çok şükür, en azından evden zamanında çıkabildim." diyerek çıkan ben, normal tempoda yürümeye başlarım. O sırada yaklaşmakta olan otobüsün sesini duyduysam eğer içimde koşmam gerektiğine dair bir his uyanır. Ve bende vitesimi 5'e takıp koşmaya başlarım. Eğer acıma duygusu gelişmiş bir otobüs şoförüne rast geldiysem adamcağız durağa gelmeden durur ve beni otobüsün en arka kapısından alır. İyi niyetli fakat esprili bir şoför modeline rastladıysam eğer; şoför amcam durağında durur, yolcularını alır. 4-5 saniye beni bekler ve ben otobüsün kapısından içeri girerken de espriyi patlatır "İyi bak fena mı oldu sabah sporunu yaptın işte..." Ben şöforun bu cevabına ne kadar bozulsamda çok çaktırmamaya çalışırım. Sonuçta az da olsa beni bekledi. Bir de kuralcı şoför tiplemesi vardır ki; aman Allah karşılaştırmasın öyleleriyle. Onlar durağın tam başında dururlar. Yolcularını alır ve giderler. Yahu bir sağına soluna, otobüsün aynalarına bak di mi? Hayır, aynalara baksa görecek; ipini koparmış gibi koşan birini hem de durması için yaptığı el kol hareketlerini ama nafile, bakmak başka görmek başka tabii... Neyse ki ben genellikle (ev ile durak arasında 50-60 metre gibi bir mesafe olduğundan) koşarak otobüse yetişebiliyorum. Ancak yetişemediğim zamanlarda olmuyor değil, o zaman giden otobüsün arkasından bakmak o kadar acıklı oluyor ki,anlatmaya içim el vermez... 
       Kazasız belasız otobüse binmeyi başaran ben, kendime göre beğendiğim bir koltuğa oturuyorum. Normalde 5 dakikalık mesafe, otobüsler sayesinde 20 dk sürdüğünden "Ya sabır" çekerekten yolculuk ediyorum. Hadi yavaş gidiyorsun, bari o kadar yolcu alma di mi? Yokk, ağzına kadar dolup, insanlar cama yapışmazsa olur mu? Nerede kaldı o otobüsün eğlencesi? Tabii otobüsün havasız olması şart. Öyle havadar havadar hiç keyifli olmuyor. Hatta bir gün amcanın biri otobüsün içinde yüksek sesle " Böyle olursa domuz gribi de çıkar, ayı gribide..." demişti. (O dönem domuz gribinin meşhur olduğu dönemdi de) Bu dramatik olayı mizahlaştıran amcaya içimden çok gülmüştüm, ama dalga geçmek için değil bilakis haklı bulduğumdan. Sonra otobüsten inme vakti gelir, o vaktin bazen hiç gelmemesini istersiniz çünkü otobüsten inmek, yolculuk yapmaktan daha zordur. "Pardon", "Müsadenizle" gibi kibar kelimeleri kullanarak otobüsten inmeye çalışan ben her seferinde sinirlenmiş bir vaziyette ayaklarımı yere basarım. İndikten sonra  kendi kendime biraz söylenip rahatlar ve sonrasında de 2. vasıtama (metrobüse) binmek için harekete geçerim.
      Bu yazı daha uzar gider. Ama ben siz kıymetli okuyucularımı sıkmamak adına yazımı burada noktalıyorum. Metrobüs faslınıda başka bir yazı konusu olarak anlatırım inşallah. Görüşmek üzere...