Hayırlı geceler dileyerek başlamak istiyorum yazıma,
Hatırlarsınız bundan 2 yazı önce sabah uyanıp okula giderken ki hazırlık süresince yaşadığım psikolojiden bahsetmiştim. Bu yazımda da apartmanın kapısından çıkıp 2. vasıtama (metrobüse) binene kadar yaşadığım trajikomik vakaları anlatmaya çalışacağım.
Apartmanın kapısından "çok şükür, en azından evden zamanında çıkabildim." diyerek çıkan ben, normal tempoda yürümeye başlarım. O sırada yaklaşmakta olan otobüsün sesini duyduysam eğer içimde koşmam gerektiğine dair bir his uyanır. Ve bende vitesimi 5'e takıp koşmaya başlarım. Eğer acıma duygusu gelişmiş bir otobüs şoförüne rast geldiysem adamcağız durağa gelmeden durur ve beni otobüsün en arka kapısından alır. İyi niyetli fakat esprili bir şoför modeline rastladıysam eğer; şoför amcam durağında durur, yolcularını alır. 4-5 saniye beni bekler ve ben otobüsün kapısından içeri girerken de espriyi patlatır "İyi bak fena mı oldu sabah sporunu yaptın işte..." Ben şöforun bu cevabına ne kadar bozulsamda çok çaktırmamaya çalışırım. Sonuçta az da olsa beni bekledi. Bir de kuralcı şoför tiplemesi vardır ki; aman Allah karşılaştırmasın öyleleriyle. Onlar durağın tam başında dururlar. Yolcularını alır ve giderler. Yahu bir sağına soluna, otobüsün aynalarına bak di mi? Hayır, aynalara baksa görecek; ipini koparmış gibi koşan birini hem de durması için yaptığı el kol hareketlerini ama nafile, bakmak başka görmek başka tabii... Neyse ki ben genellikle (ev ile durak arasında 50-60 metre gibi bir mesafe olduğundan) koşarak otobüse yetişebiliyorum. Ancak yetişemediğim zamanlarda olmuyor değil, o zaman giden otobüsün arkasından bakmak o kadar acıklı oluyor ki,anlatmaya içim el vermez...
Kazasız belasız otobüse binmeyi başaran ben, kendime göre beğendiğim bir koltuğa oturuyorum. Normalde 5 dakikalık mesafe, otobüsler sayesinde 20 dk sürdüğünden "Ya sabır" çekerekten yolculuk ediyorum. Hadi yavaş gidiyorsun, bari o kadar yolcu alma di mi? Yokk, ağzına kadar dolup, insanlar cama yapışmazsa olur mu? Nerede kaldı o otobüsün eğlencesi? Tabii otobüsün havasız olması şart. Öyle havadar havadar hiç keyifli olmuyor. Hatta bir gün amcanın biri otobüsün içinde yüksek sesle " Böyle olursa domuz gribi de çıkar, ayı gribide..." demişti. (O dönem domuz gribinin meşhur olduğu dönemdi de) Bu dramatik olayı mizahlaştıran amcaya içimden çok gülmüştüm, ama dalga geçmek için değil bilakis haklı bulduğumdan. Sonra otobüsten inme vakti gelir, o vaktin bazen hiç gelmemesini istersiniz çünkü otobüsten inmek, yolculuk yapmaktan daha zordur. "Pardon", "Müsadenizle" gibi kibar kelimeleri kullanarak otobüsten inmeye çalışan ben her seferinde sinirlenmiş bir vaziyette ayaklarımı yere basarım. İndikten sonra kendi kendime biraz söylenip rahatlar ve sonrasında de 2. vasıtama (metrobüse) binmek için harekete geçerim.
Bu yazı daha uzar gider. Ama ben siz kıymetli okuyucularımı sıkmamak adına yazımı burada noktalıyorum. Metrobüs faslınıda başka bir yazı konusu olarak anlatırım inşallah. Görüşmek üzere...