29 Şubat 2012 Çarşamba

Buldum Seni Huzur

       Soğuk bir İstanbul akşamından herkese Merhaba der, yazıma hızlı bir giriş yaparım.
       Tatilim bitti, haliyle okulum açıldı. Dönemlik kayıt işlemlerini kazasız belasız atlatmayı başardım. Ve bu sıralarda da okula adapte olma çabasındayım. Bir gayret, ha oldu, ha olacak derken bir de baktım on gün daha geçip gitmiş ömrümden. Ama ben yine de...
Mutluyum; arayı fazla açmadan bir yazı daha girdiğim için.
Mutluyum; 4 yılda bir gelen özel bir günde yazı yazabildiğim için.
Mutluyum; yazı yazmadığımda beni merak edenler olduğu için.
Mutluyum; yazı yazmam konusunda ısrar edenler olduğu için.
        Biraz değişik bir giriş oldu. Kabul, ama birkaç gündür yolunu gözlediğim halde gelmeyen ilhamiye ancak bugün kapımı çaldı...
       Bundan yaklaşık 8-9 gün önce bir anket sorusu koydum bloğumun sağ üst köşesine. Görmüş, okumuş, ve oy kullanmış olduğunuzu düşünüyorum, yani öyle temenni ediyorum.Yine de ben soruyu bir kez daha hatırlatmak istiyorum. Sorumuz şöyleydi; "Sizce mutluluk nedir?" Bu soruya % 86 gibi büyük bir kesim "huzur" cevabını vermiş. Açıkçası okuyucularımında benim gibi düşündüğünü görmek çok hoşuma gitti. Peki acaba huzur nedir? kökleri nerededir? Tohumlarını kim ekmiştir?  Huzur dinginliktir, iç rahatlığıdır. Yağmuru yağarken izlemek, uçsuz bucaksız denize bakarken tefekkür etmektir huzur.  Dünya sıkıntılarını dert etmemektir, dua ederken hissettiğin duygudur. Nefs-i arzularla karıştırmamak, İlla ki otantik ortam aramamaktır. Kavgaların, kargaşaların olmadığı yerde huzur vardır. Huzur islamiyettedir. Tohumlarını toprağa ekenler islamiyeti yayanlar ve yaşatanlardır. O halde denklemi kuralım; mutluluk, huzurdur; huzurda islamiyettedir. Denklemimiz çift yönlü bir denklem olduğuna göre şöyle de söyleyebiliriz; islamiyeti yaşayan huzurlu olur. Huzurlu olan da mutlu olur... Ve son olarak;
Mutluyum; huzurlu olduğum için.
Herkesin mutlu ve huzurlu olmasını dilerim. Bir sonraki yazıma kadar şimdilik Hoşçakalın...

19 Şubat 2012 Pazar

Uykudan Bir Tık Önceki Evre

       Gecenin bir vakti nereden geldi bu ilham bilmiyorum ama geldi işte... Bende aldım kucağıma leptobumu oturdum yazıyorum. Şu an içimde acayip şeyler oluyor. Midem gurulduyor mesela, sanırım acıktım. Bu saatlerde hep böyle oluyor zaten. Gözümün önünden kebaplar, börekler, mantılar, sarmalar geçiyor. Ama maalesef sadece geçiyor. Şimdi gecenin bu saatinde de nereden bulacağım ben bunları? Sanırım yine peynir, zeytine kaldık. En azından açlığımı yatıştırırım. Neyse ne diyorduk, hıh evet hatırladım bünyemde ki reaksiyonlardan bahsediyordum, evet bide beynim kısa devre yapıyor, özellikle yazı yazarken doğru kelimeleri seçmeye çalıştığım sırada yaşıyorum bu problemi. Genelde aradığım kelimeyi bulamıyorum. Gerçi bunun iki sebebi var; ilk sebep benim sahip olduğum berbat edebiyatım, ikincisi ise(bu sebep benden değil dilimizden kaynaklanıyor) bence dilimiz pek zengin değil. Ahh.. osmanlıca ahh... Ve gelelim son depresif reaksiyona, yaa.. benim canım sıklıyor, birinin benim cıvatalarımı gevşetmesi lazım ciddi ciddi... Hoş benim vidalarım gevşetilse bile okulun açılması erteleyemeyeceğimize göre, yok yaa vazgeçtim mutluyum ben asabi olmaktan, hem sakin bir insan olup okula çatmadan hayat mı geçer?
       Vücudumda ki bu üç reaksiyon gerçekleşip düşüncelerimde yer ettiğine göre benim uykum gelmiş demektir. Ben uyuyayim en iyisi, hem şimdi uyursam sabaha normal bir insan olarak kalkarım diye tahmin ediyorum. Herkese iyi geceler :))
                                     

14 Şubat 2012 Salı

Dostcanlar Gecesi

Hayatım boyunca yanımda olacak dostlarıma ithafen...
          İstanbul kıskanç bir şehirdir, dostu dosta kavuşturmaz buyurmuş büyüklerimiz. Bu sözü duyduğum zaman elbette ki çok hoşuma gitmişti ama içim de buruklaşmıştı.  Ben hem İstanbul’u hem de dostlarımı çok sevebilirdim.  Ama sanırım İstanbul bunu hiç anlayamayacaktı, bizi hep kıskanacaktı.

         Dostlarımla uzun zamandır bir araya gelemiyorduk. Sürekli toplanalım diyorduk ama bir türlü zaman bulamıyorduk. Telefonla ara ara konuşsakta, tabi ki yüz yüze görüşmenin verdiği mutluluğu ve keyfi alamıyorduk. Nihayetinde bizi kıskanan İstanbul'a inat cumartesi gecesi bir araya gelmeyi başardık.

         Dost meclisi akşam 9 sularında toplandı. Önce birbirimize uzun uzun sarıldık, (dost sıcaklığını hissetmek gibisi yoktur, insanı alır kimselerin gidemediği huzurlu diyarlara götürür.) Daha sonra ise koyu bir sohbet ile devam etti gecemiz…

         Sohbetin yanında yapılan ikramlar, içilen çaylar hepsi birbirinden güzeldi, Ama şahsıma yapılmış bir sürpriz vardı ki,  hepsinden özeldi. Hiç beklemediğim bir anda önce ışıklar söndü ardından bir yaş pasta geldi. İyi ki doğdun naraları atılmaya başlandı. İçimden “Allah’ım ben kimin doğum gününü unuttum diye geçti?”(Ama tabii çaktırmamaya da çalışıyorum. Herkesle birlikte bende alkış tutuyorum.)  Bu cümlenin aklımdan geçmesiyle birlikte İyi ki doğdun Banuuu…  seslenişlerini duydum. Bir dakika yaa Banu bendim. Ne yani benim doğum günümü mü kutluyorduk? Ama ama benim doğum günüm geçeli çok olmuştu. Yine de unutmamıştı dostlarım. Anlatamam size o 5-10 saniye boyunca yaşadığım şoku. Sonrasında dostcanlar bana çok güldüler, ama ben de kendime çok güldüm. Hayatımda hiç böyle bir doğum günü kutlamamıştım. Şoke olmak nasıl bir şeymiş bir kez daha yaşadım.

İzzeti ikramların bir kısmı...
  Gece saat 00.30 civarıydı. Kalkma vakti gelmişti. Ama biz birbirimize yine doyamamıştık. Tadı damağımızda kalmıştı. Ayrılırken karar verdik arayı fazla açmak yoktu. Sonra sarıldık yine birbirimize, ve söyledik son cümlelerimizi en kısa zamanda görüşmek üzere canlar hoşçakalın…
Gelelim teşekkür faslına, bize evini açıp toplanmamıza en çok vesile olan dostcan N.Ö. ‘ye, fotoğraf makinasıyla yaşadığımız renkli dakikaları donduran dostcan V.T.’ ye, kaliteli esprileriyle güldüren dostcan S.D.’ ye, nezaketi ve inceliği ile bizi yalnız bırakmayan dostcan Ş.U.’ ya veee ferahlatıcı fikirleriye konulara aydınlık kazandıran güler yüzlü dostcanım Z.Ö.'ye teşekkür ederim. :)

 


8 Şubat 2012 Çarşamba

İki Heceli Müthiş Lezzet KAHVE

       Kahve olmadan hayat geçmez diyenlere gelsin bu yazım...
       Benim gibi kahve düşkünleri bilirler, bizler için kahvenin anlamı büyüktür. Bize "kahve nedir?" diye sorun hepimiz farlı yorumlar, değişik anlamlar yükleriz kahveye. Benim için ise kahve; insanın doyamadığı, aroması ve kokusuyla kendisine hayran bırakan, tadı damağınızdan gitmeyen, yaz kış farketmez her mevsim keyifle içilen müthiş  içecek. Ayrıca insanın kafasını dinlerken, kitap okurken ya da biriyle sohbet ederken aradığı nefis lezzettir.
                
       Bu kadar öznel anlatımdan sonra hadi gelin birazda bilimsel inceliyelim kahveyi... Aslında kahve, kökboyasıgiller (Rubiaceae) familyasının Coffea cinsinde yer alan bir ağaçtan üretilmektedir. Aklınıza gelebilir birçok kahve çeşidi var sadece tek bir türden mi bu kadar çeşit kahve üretiliyor diye? cevap veriyorum: Evet bütün kahveler aynı cinstir. Ancak yetiştikleri bölgenin toprak, iklim yapısı ve o bölgeye özgü işleme yöntemlerinden dolayı tadlarında farklılıklar vardır. Tabii sunumu da önemli kahvenin önce kahveyi koyup sonra sütü koymakla; önce sütü koyup sonra kahveyi eklemek arasında bile tat farkı vardır. 
       Şimdi de dilerseniz kahvenin faydalarından ve zararlarından bahsedelim.
       Amerika'da yapılan yeni bir araştırmanın sonucuna göre bir bardak kahve baş ağrısına, karaciğere ve mide rahatsızlıklarına karşı faydalı oluyor. Ayrıca okul çağındaki çocukların az miktarda kahve ile süt içtiklerinde sabah ki derslerinde daha başarılı oldukları görülüyor. Yine kahvenin, astım hastalarına yardımcı bir içecek olduğu ve kahvenin içerisindeki kafeinin nefes yollarını açıcı etkiye sahip olduğu görülmüştür. Kahve aynı zamanda bir antioksidandır. Hatta işlendiğinde de antioksidan özelliğini kaybetmeyen içecekler arasında yer almaktadır. Peki zararları nelerdir? Kahvenin zararı yoktur. Evet doğru okudunuz kahvenin zararı yoktur. Ama şunu unutmamak gerek, herşeyin azı karar çoğu zarardır. Yani aşırı tüketimde elbette zararı pekçoktur. Ancak günde içilen bir-iki fincan kahvenin zararı yoktur.
                                                 
       Son olarakta en kaliteli kahvelerden ve kahve sunum şekillerinden bahsetmek istiyorum.
      Asit düzeyi, aroma, görünüş, tad gibi bileşenler bir kahve çekirdeğinin kalitesini belirleyen temel kriterlerin başında gelmektedir. Kahve çekirdeği ne kadar kaliteli ise hazırlanan kahve de o kadar lezzetli olacaktır. Dünya'nın en kaliteli kahveleri Brezilya, Kolombiya, Guatemala, Hindistan, Vietnam, Etiyopya, Venezuala, Hindistan, Yemen ve Meksika'da yetişir. Exelso, Heredia, La Minita, Ocoa, Mocha, Supremo,  Huehuetenango gibi bilinen pek çok kahve bu ülkelerde üretilmektedir.

Ufffff... bu yazı çok sıktı, adam gibi iki kahve ismi ver, bir iki tavsiyede bulun, bu kadar bilgiyi kim öğrenecek bitir artık şu yazıyı diyenler tamam kabul haklısınız diyorum ve en favori kahvelerimi sayıp bir iki resim  koyup yazımı sonlandırıyorum.
       
 Macchiato                                                                            Miksomiks  
       Resimde görsüğünüz kahveler en beğendiklerimdendir. Aslında ben bütün kahve çeşitlerini severim ama bu ikisinin yeri ayrıdır. :) Değişik lezzet tatmak isteyen herkese şiddetle tavsiye edilir. Bu kahvelerin nasıl hazırlandığını yazıyı daha fazla uzatmamak adına anlatmayacağım. Merak edenler için araştırmacı kişiliğinizi ortaya çıkarın derim ben...
       Bir yazıyı daha tamamlamanın verdiği mutlulukla ayrılıyorum aranızdan, bir sonraki yazımda görüşmek üzere...

      
     

      
  

2 Şubat 2012 Perşembe

Bu Postta Sanal Reklam Uygulaması Yapılmaktadır :))

       Bu yazımda değişik birşey yapayım dedim, ve beğendiğim bazı blogların reklamını yapmaya karar verdim.

      
        İlk sırada Perspektif adlı blog var. Blog dünyasına yeni katılmış olmasına rağmen kendisini oldukça başarılı buluyorum. http://www.ela-perspektif.blogspot.com/ adresinden bu bloğa ulaşabilirsiniz. Blog yazarımız benim gibi bir kimyager. Kendisi ile tanışma fırsatını 19 yıl önce buldum. İyiki tanımışım dediklerimden Kimya konusunda da oldukça pratik ve faydalı bilgilere sahip olduğunu gördüm. Ayrıca konu sınırlaması kimya ile bitmiyor, yaşadığımız sosyal hayatı edebiyatla sentezlemeyi başarmış bir yazarın hayatı iki boyuta nasıl indirgediğini görecek, sakin ve duru anlatımına şahit olacaksınız. Bu bloğu takip etmenizi siz kıymetli okuyucularıma tavsiye ediyorum.
       İkinci olarak Bir Hayaldir Yaşamak isimli bloğu tanıtmak istiyorum sizlere. Bloğun sahibi oldukça tecrübeli bir yazar. Bloğunda birçok kitap ve filmin eleştirmenliğini yapmakla birlikte, kendi hayatından paylaşımlarda sunuyor bizlere. Bu bloğa birhayaldiryasamak.blogspot.com adresinden ulaşabilirseniz.

       Yaşadığımız hayat hayalden ibaret gerçektende, o halde hep birlikte hayal ettiğimiz yerde yaşabiliriz öyle değil mi?

       Ve son olarakta Teoriden Pratiğe Annelik isimli bloğu anlatmak istiyorum sizlere. Bu bloğun yazarı ise uzman bir psikolog. Kendisi yazılarında yaşadığı annelik deneyimlerini öğretici bir dille anlatıyor. Bu konu sizi ilgilendirmeyebilir ama yinede okumamazlık etmeyin derim ben çünkü yazarımızın dili oldukça keyifli ve bir o kadar da akıcı. Bu bloğa da teoridenpratige.blogspot.com adresinden ulaşabilirsiniz.

       Şimdiden herkese keyifli okumalar diliyorum. Bir başka yazıda görüşmek üzere der, yazıma noktayı koyarım.
       Unutmadan eklemek istiyorum. Bu gece Peygamber Efendimizin doğum gecesi yani Mevlid kandili, Herkesin Mevlid kandili mübarek olsun, dualarda unutulmamak ümidiyle...
      


      

1 Şubat 2012 Çarşamba

Hoşgeldin KAR

       Bir cuma günüydü aynı zamanda sınavlarımın son günüydü. İstanbul'un her yeri bembeyaz karla kaplanmıştı. Bütün kötülüklerin, çirkinliklerin üstü kapanıvermişti adeta. Sınavım sabah 8.30 da başlayacaktı bu nedenle bende evden 7 sularında çıkmak zorundaydım. Sabahın bu erken saatinde dışarı çıkmak ilk başta çok zor gelmişti taki apartmandan dışarı ilk adımımı atana dek. Hava çok soğuktu ama soğuğu aldırış bile etmiyordum. Güneş daha yeni doğmuştu, dışarısı o kadar huzurlu ve sessizdi ki çok uzun zamandır bu saatte dışarı çıkmamıştım. Sonrada zaten iyiki çıkmışım dedim. Her işte bir hayır vardır derler ya hani eğer o saatte sınavım olmasaydı ben bütün o güzelliklerden mahrum kalacaktım.
                  
       Yılın ilk karıydı, herkeste başka birşeyler anımsatıyordu elbette, kimimiz sevinçliydik kimimiz ise hüzünlü... Ben mi neler hissediyordum? Ne hissettiğimden emin değildim ama içimde karamsarlık yoktu bunu biliyordum. Sadece etrafı izliyor ve düşünüyordum. Bide elimden geldiğince kayıp düşmemeye dikkat etmeye çalışıyordum. Malum kar yağınca yollar buzlanır ve benim gibi sakarların  düşme olasılığı da %70 artar.
       Okuldaki sınavlarımı bitirip eve doğru yöneldiğimde kar ve soğuk daha da çok artmıştı. Biraz daha dikkatli yürümeye başladım, bir kaç kez düşme tehlikesi geçirdim ama düşmedim. Evime geldim. Yorgundum ama rahatlamıştım. Omuzlarımdaki tonlarca yükü alıp bir kenara koydum. Veee dinlenmeye koyuldum.
       Aradan bir- iki gün geçti, kar tüm hızıyla yağmaya devam etti. Bende fırsattan istifade kar oynamaya çıktım annem, ablam ve arkadaşlarımla. Hava o kadar güzeldi ki tertemiz olmuştu, İstanbul kolay kolay göremezdi böyle havayı...

       Karların yağmasıyla başlayan tatilim tüm hızıyla devam ederken, herkese sağlık, huzur ve mutluluk diliyorum. Bir başka yazıda görüşmek üzere şimdilik hoşçakalın...

EnDipNot: Bu soğuk havalarda yiyecek bulamayan canlılar için balkonunuzun veya camınızın bir köşesine ekmek kırıntıları koyarsanız insanlık adına büyük bir adım atmış olursunuz. Son birşey daha; Sokakta yaşayan birilerini görürseniz
         İstanbul: 212 455 13 00
         Ankara: 458 66 62
         İzmir: 361 71 51
numaralarından birini aramayı lütfen unutmayınız...